Anasayfa / Aile / AİLE VE ANNE-BABA MAKALELERİ / ÇOCUĞUN DÜNYASINDA ÖLÜM


  
ÇOCUĞUN DÜNYASINDA ÖLÜM

Kayıp yaşayan çocuk, çoğunlukla yetişkinlerin ölüm karşısında takındıkları tavırdan çok daha farklı tepkiler gösterir. Öyle ki çoğu zaman, özellikle küçük yaştaki çocukların ölümü anlamadıkları ve ölümden etkilenmedikleri düşünülür.

Yetişkinler bazen çocukları “ölümün yıkıcı etkilerinden korumak” kaygısıyla, bazen de çocukların ölüme yetişkinlerden farklı tepki vermeleri dolayısıyla ölümün çocuklarla konuşulmaması gereken, hatta çocuktan gizlenmesi gereken bir durum olduğunu düşünürler. Hâlbuki çocuklar da ölümden etkilenirler. Ölümle baş edebilmek için de güvendikleri yetişkinlerin açıklamalarına, yardımlarına çok ihtiyaç duyarlar. Yaşlarının, gelişimsel düzeylerinin elverdiği oranda yetişkinler tarafından yapılan dürüst, içten açıklamalar ve konuşabilecekleri, duygularını ifade edebilecekleri ortamların sağlanması çocukları ölüm sonrası yas süreçlerini sağlıklı bir biçimde atlatabilmelerine yardımcı olur. Aynı zamanda bu yaklaşım, olumsuz psikolojik etkilerinden korumanın, çocukluktan yetişkinliğe doğru uzayacak olumsuzlukları önlemenin önemli yollarındandır.     
 
Bir çocuğun ölüm sonrası reaksiyonlarının nasıl olacağı da, çocuğa nasıl yaklaşılması gerektiği de birçok değişkene bağlı olarak farklılık gösterir:

1. Ölen kişinin çocuğa yakınlık derecesi: Aile üyelerinden birinin ölümüyle aile dışından birinin ölümüne gösterilen tepkiler arasında genellikle farklılıklar bulunur. Aile üyelerinden birinin ölümü, hem aile içindeki tüm bireyleri yasa sürükler hem de aile yaşantısında ilişkiler ve düzen açısından ciddi değişimlere yol açar. Bu noktada çocuk hem ailede kaybettiği yakınının yası hem de ailesindeki değişimlerle uğraşmak durumunda kalır.

Bir aile üyesinin ölümü söz konusu olduğunda aile üyelerinin tümü yasa girer. Özellikle ailedeki ölüm anne ya da babanın ölümü olduğunda, çocuk bir süreliğine her iki ebeveynini de kaybetmiş olma durumunu yaşar. Ebeveynlerinden birini ölüme kaybetmişken, diğer ebeveynini de yas durumuna kaybeder. Yaşamaya devam eden ebeveyni değişmiştir; eskisi gibi değildir.

Aile yaşantısı içinde bulunmayan birinin ölümünde ise (anneanne, babaanne, dede, vs.) çocuğun ailesi içinde ölümden daha az etkilenecek yetişkinlerin çocuğu koruması ve düzeninin nispeten daha az veya daha kısa süreli değişecek olması dolayısıyla ölüm çocuk için daha kolay halledilebilir bir durum olabilecektir.

Kardeş kaybı ise biraz daha karmaşık bir süreç izleyecektir. Kardeşler arasında yaşanması çok doğal olan kıskançlık, çocuğun ölüm sonrasında karmaşık duygularla hatta suçlulukla uğraşmasına yol açabilecektir.     

2. Ölümün gerçekleşme şekli: Yetişkinlere benzer şekilde çocukların da beklenmeyen ve ani olan ölümlerle (örn: kaza, kalp krizi, vs), uzun süren hastalıklar (örn:kanser) veya yaşlılık gibi doğal nedenlere bağlı ve beklenen ölümlere gösterdiği tepkiler faklılık gösterir.

3. Ritüeller: Çocuklar, cenazeler ve sonrasındaki dualar gibi ölümden sonraki ritüellere çoğunlukla dahil edilmezler. Bazen ölümün yarattığı duygusal yoğunluk dolayısıyla yetişkinler tarafından unutulurlar, bazen yetişkinler yaşadıkları duygusal zorlanma neticesinde kötü hissettikleri için çocukları dâhil edemezler veya bu ritüellerin çocuğa hasar vereceğinden endişe duyarlar. Hâlbuki cenazeler ve sonrasındaki dualar ölene karşı son görevler ve veda safhalarını içerir, geride kalanların ölümün gerçekliğini kavramalarına yardımcı olur. Bu noktada çocukların da bu uygulamalara katılması çocuklar için faydalıdır. Buna rağmen çocuklar cenaze ve dualar esnasında yaşanabilecek ya da konuşulabilecek aşırılıklardan da korunmalıdırlar.

Bu doğrultuda en doğru yaklaşım daha kontrollü olabilecek bir yetişkinin çocuğa gözetmenlik yapması, çocuğun ritüeller öncesinde yaşayabileceklerine hazırlanması ve sonrasında çocuğun duygularını ve düşüncelerini paylaşmasına ortam yaratılmasıdır.     
4. Ölüm sonrası yapılan açıklamalar: Çocuklara ölüm anlatılırken “İyiler çok yaşamaz!”, “Yukarıdan seni izlemeye/görmeye devam edecek”, “Çok üzüldü, o yüzden öldü”, hatta “senin yüzünden (yaramazlıklarından, taşkınlıklarından, vs) öldü” gibi ifadeler kullanılabilmektedir. Bunlar sonraki gelişim aşamalarında çocuğa hasar verebilecek açıklamalardandır. Bunlar yerine ölümün gerçekliğine ve “son” oluşuna daha yakın açıklamalar çocuk için daha rahatlatıcı olacaktır.

5. Yetişkinlerin tavrı: Birini gerçekten sevmek ve değer vermek kaçınılmaz olarak bu kişinin ölümü sonrasında acı çekmeyi de beraberinde getirecektir. Yetişkinler de ölümün karşısında çaresizdirler ve kayıp sonrasında zor günler geçirirler. Yas sürecinin bitimiyle birlikte ölene yönelik özlem devam etse de hayat da kaldığı yerden yaşanmaya devam edecektir. Bu doğrultuda yetişkinlerin yas sürecinde yaşadıkları tüm duyguları çocuklar karşısında inkar etmeye ya da “göstermemeye” çalışmaları gereksizdir.

Yetişkinlerin sevilenin ölümüyle karmaşık ve zor süreçlerin yaşanabildiğini, ağlanıp acı çekilebildiğini buna rağmen hayatın eski haline dönebildiğini çocuklara öğretmeleri açısından çocuklarla kaldırabilecekleri oranda paylaşımda bulunmaları çocuğu rahatlatır. Bu paylaşımlar çocuklara kendi karmaşalarını ve zorluklarını paylaşabilecekleri uygun ortamı sağlar.

Tabi bu noktada yetişkinlerin kendi yas süreçleriyle sağlıklı biçimde baş edebilmeyi öğrenmeleri, çocuklarına yöneltecekleri tavrı da belirleyecektir. Çocuğa bakmakla yükümlü yetişkinlerin aşırı düzeyde ve işlevlerinin tamamen yok olduğu bir yas süreci içine girmeleri halinde yetişkinlerin psikolojik olarak desteklenmesi elzem hale gelir.         

6. Çocuğun yaşı: Okul öncesi yaşlardaki çocuklar, ölümün geçici olduğunu düşünürler. Bu düşünce çizgi filmlerdeki kahramanların ölüp, sonra tekrar hayata dönmelerine benzer. 5-9 yaşlarından itibaren çocuklar, ölümü yetişkinler gibi algılamaya ve yetişkinlerin geçtiği süreçlerden geçmeye başlarlar. Bu yüzden 7 yaşın altındaki çocukların yas süreccinde desteklenmemelerinin daha büyük sorunların ortaya çıkarabildiği düşünülmektedir. Çocuk, bu yaşlarda henüz ölüm hakkındaki düşüncelerini belirginleştirememiştir ve hissettiklerini uygun şekilde dillendirebilme, soyut olanı somut olarak değerlendirme becerisini henüz geliştirememiştir.

Kayıp sonrasında çocuk, bebeksi davranışlarda ve konuşmalarda bulunabilir. Benzer şekilde bir aile üyesi öldüğünde çocuklardaki kızgınlık da doğal bir tepkidir. Kızgınlık; kendini kâbuslar, şiddet içeren oyunlar, arkadaşlara çabuk sinirlenme ve/veya arkadaşlara yönelen şiddet davranışları şeklinde gösterir. Çocuk, bazen bu kızgınlığı, yaşayan diğer aile üyelerine yöneltebilir veya ölen aile bireyini hedef alan kötü sözler kullanabilir. Kullanılan kötü sözler, eşlerin ölen kişiyi idealize ettiği dönemlere rastladığında, çoğu zaman aile üyelerinden çocuğa geri dönen bir kızgınlıkla sonuçlanır.

Aslında eşini kaybeden annesine/babasına verdiği olumsuz tepkiler ya da ölen annesine/babasına karşı kullandığı kötü sözler geride kalan ebeveynini koruma kaygısıyla, kaybettiği insanları ve eski düzenini geri kazanma arzusunun yansımasıdır çoğunlukla. Bu noktada çocuk, ölerek kendisini yalnız bırakan, diğer ebeveynini ve ailesini mutsuz eden, düzenini bozan ebeveynine kızmakta ve geride kalanları da kaybetme korkusunu yaşamaktadır.      

Ailedeki bir bireyinin ölümü sonucu sarsılan ve keder yaşayan aile bireyleri genellikle kendileri de ölüm nedenini bulamadıkları için çocuklara gerekli bilgiyi vermekte ve anlayışı göstermekte zorlanırlar. Bu sırada çocuğun sorduğu “neden?”, “nereye gitti?”, “geri gelecek mi?” gibi sorulara yanıt vermek kolay değildir çünkü yetişkinler de bu sorulara yanıt bulmakta zorlanırlar.

Bazen küçük çocuklar, ölümün kendileri yüzünden gerçekleştiğine inanırlar. Çocuk daha önce bu kişinin ölmesini istediğini ve bu yüzden de ölümün yaşandığını düşünerek suçluluk duyar.

Çocuk veya ergenler ölümü kabullenmeye başladıklarında, mutsuzluklarını ve üzgün olduklarını, beklenmeyen anlarda ifade etmeye başlayabilirler. Yaşayan aile bireyleri veya akrabalar, çocuk veya ergenin yanında olabildiğince fazla zaman geçirmeye gayret etmeli, duyguların açıkça ve serbestçe ortaya konabileceğini ve bunun normal olduğunu gösterebilmelidirler.

Ailenin yaşayan bireyleri, çocuğun veya ergenin tepkilerine dikkat etmelidirler. Tepkilerin bir kısmı doğal olabilir. Ancak aşağıda belirtilen tepkiler ortaya çıktığında ve çok uzun sürerse önemsenmelidirler:

  • Çocuğun veya ergenin günlük faaliyetlere veya olaylara ilgisinin kaybolması ve uzun süren depresyon hali

  • Uyumada zorluk çekmesi, yemek yeme ihtiyacının kaybolması, yalnız kalmaktan korkmasının sürekli hale gelmesi

  • Sürekli olarak ölen kişiyi taklit etmesi

  • Ölen kişinin yanına gitmek isteğini çok sık vurgulaması

  • Arkadaşlardan uzaklaşması

  • Okul başarısında ani düşüş olması ve okula devam etmenin reddetmesi

  • Çocuğun ölüm gerçeğini tamamen inkar etmesi ve yokmuş gibi yaşaması

Bu belirtilerin beklenenden daha uzun süreli ve çocuğun işlevlerinin kaybına yol açacak şekilde görülmesi halinde, çocuğun mutlaka bir destek alması sağlanmalıdır. Destek verme safhalarında yapılması gereken, çocuğa yardım etmeye çalıştığı bu süreçte aile fertlerine de yol gösterilmesidir.

Çocuklukta veya ergenlikte karşılaşılan ölümlerde yukarıdaki belirtiler görülmese bile, yas sürecinin sağlıklı atlatılamaması halinde kişi yetişkinlikte yıkıcı olabilecek etkilerle karşılaşabilir. Örneğin bir kız çocuğu, annesinin ölümüne zamanında tepki göstermemiş olabilir. Ancak ileride, anne olup çocuğu, annesini kaybettiğinde kendi bulunduğu yaşa geldiğinde depresyon belirtileri gösterebilir. Yani, 12 yaşında annesinin kaybeden bir kız çocuğu kendi çocuğu 12 yaşına geldiğinde depresyona girebilir. Bunlar “Yıldönümü Tepkileri” olarak tanımlanır. Bu doğrultuda geçmişte kayıp yaşayan bireylerin nedeni bilinemeyen, bir anda başlayan ani depresif süreçlerinde yıldönümü tepkilerinin varlığı ve gecikmiş yas tepkisi araştırılmalıdır.

Sonuç itibariyle ölüm ve kayıp sonrasında hem yetişkinler, hem de çocuklar  acı çekerler; belli bir süre için normal şartlarda davranmayacakları, hissetmeyecekleri şekilde yaşarlar. Yaşam ve ölüm; biri sevinçle kucak açılan, mutluluk veren, diğeri ise yüzyıllardır üzerinde düşünülen, kaçınılan, kaçınılmak için çareler üretilmeye çalışılan, ancak yaşamın kendisi kadar kaçınılmaz, güçlü acılar verebilen iç içe girmiş iki gerçektir. Yaşam, sevilenlerle paylaşıldığında ne kadar mutluluk veriyorsa, kişinin hayatından çıkmak zorunda olanlarla da çok acı anlar yaratabilmektedir. Bu noktada çocukların yaşamın içinde yer alan ölüm gerçeğinden korunması değil, onlara yaşamın her zaman ölümden daha güçlü olduğunun, sevilenin kaybıyla acı çekilse de sevmenin çok kıymetli olduğunun öğretilmesi gerekir.

SEÇİL ÖZBEKLİK, Uzman Psikolojik Danışman