Anasayfa / Evlilik / EVLİLİK HAKKINDA EFSANELER / "ÇOCUKTAN SONRA CİNSELLİK BİTER" efsanesi


  
"ÇOCUKTAN SONRA CİNSELLİK BİTER" efsanesi

Çocuktan sonra ne cinsellik, ne kadınlık ne de erkeklik bitmez. İlk anne-baba olma deneyimi belli bir süreliğine anne-baba olmayı öğrenme ve bu rolleri üstlenme sürecine girilir. Bu noktada diğer roller bir süreliğine geri planda kalabilir. Buna rağmen cinsellik ve cinsel yaşamın insan hayatında önemli bir yeri vardır ve anne-baba olmak bu önemi azaltmaz. Kadın ve erkek olma kimlikleri, anne-baba olma kimliklerini kapsar. Annelik-babalık, kadınlık ve erkeklik şemsiyesinin altında yer alır.

Evliliklerinde problem yasayan ve yardım almaya gelen insanlara daha ilk seansta sorduğum bir soru vardır; “Problemleriniz ne zaman gündeme gelmeye başladı?”. Özellikle çocuklu çiftlerden en sık aldığım yanıt ise “çocukla birlikte!” olur. İşin açıkçası bir çocuk evliliğin bozulmasına yol açmaz. Bu şekilde ifade eden çiftlerin bir çoğunda çocuktan önce de problem oluşmaya yatkınlık bulunur.Çocuğun doğumu ve sonrasında yaşanan değişimlere ayak uyduramamak ise ilişkileri çıkmaza sürükler.

İlk bir-iki seansta cinsel problemler gündeme gelmeyebiliyor. Özel ve mahrem bir alan olması nedeniyle insanlar doğal olarak bu konuları karşılarındaki insana güvendikten sonra paylaşmayı tercih edebiliyorlar. Buna rağmen yardım için başvuran birçok evli çiftin cinsel yaşamlarının da kötü olduğunu öğreniyorum. Birçoğunda da cinsel isteksizlik, orgazm olamama, dikkatini toplayamama, erken boşalma, ereksiyon haline geçememe gibi sorunlar çocuğun doğumundan önce bulunuyor ve çocuğun doğumundan sonra fazlasıyla artıyor.

Gerçekten de özellikle ilk çocuğa hamile kalınmasıyla birlikte kadınlar pek çok fiziksel, duygusal ve sosyal değişimle baş etmek zorunda kalıyorlar. Yeni rollerine ve yeni yaşantılarına uyum sağlamaları ise zaman alıyor. Annelik, çok keyifli, başka hiçbir şeyin veremeyeceği kadar güzel duyguları veren bir roldür. Bununla birlikte çok da yorucu,
kaygı veren, hayatta hiçbir şeyin gerçekleştiremeyeceği kadar üzüntü verebilen, sorumluklarla dolu bir roldür. Özellikle ilk sene çocuğun ihtiyaçları annenin fazlasıyla vaktini ve enerjisini alır. Ancak annelerin arada sırada da olsa (günde yarim saat ya da her hafta belirli zaman aralıklarında) annelik rollerinden bir miktar sıyrılabilmeleri, kendi özel kadınlık ihtiyaçlarına, eşlerine, arkadaşlarına vakit ayırabilmeleri ve kendilerine nefes alacak zamanları yaratması hem annelerin ruhsal sağlığı, hem ilişkileri, hem de çocuklarının sağlıkları açısından çok önemli ve gereklidir.

Bir diğer deyişle, bir kadının annelik rolünü en iyi şekilde yerine getirebilmesi için çocuğun dışında başka şeylerden de keyif alabildiğini unutmaması, bütün tatmini çocuğuyla ilişkisinden beklememeyi öğrenebilmesi, her şeyin ötesinde kendini duygusal açıdan besleyebilecek şeylere fırsat yaratabilmesi çocuğunu en iyi şekilde büyütebilmesi için çok önemlidir. Bu yapılamadığında kadınların annelik rolleri içinde boğulmaları, sıkışmış/kaybolmuş hissetmeleri, yalnız kaldıklarını hissetmeleri çok gözlenen durumlardandır.

Anne-çocuk ilişkisi özellikle ilk iki sene bağımlılığı da talep eder. Ancak bir sure sonra kadın kendini sadece annelik rolüyle tanımlamaya baslarsa sorunlar orada çıkmaya başlar. Kadın tamamen annelik rolüne bağımlı hale gelir ve bu durum çocuğu da anneye bağımlı kılar. Beklenen süreçler içerisinde çocuğun annesinden ayrışması mümkün olmaz; adeta anne-çocuk bütünlüğü, tek bir bedende var olma durumu gözlenir. Çocuk annesinin tüm ilgisini alır almasına da, annesinin sadece annelik halini görebilmeye, annesi olmadan hiçbir şey yapamamaya başlayabilir.

Çocuğun kadının nasıl olması gerektiğini öğrendiği yer annesi, erkeğin nasıl olması gerektiğini öğrendiği yer ise babasıdır. Kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini de anne-babasının arasındaki ilişkiye bakarak öğrenir. Sorunlu evlilikleri olan anne-babaya sahip çocukların çoğunluğu, çocuklukları süresince birçok sorunu yasadıkları gibi, yetişkinliğe adım attıklarında da sağlıklı kadın/erkek ilişkileri yaşamakta zorlanırlar.

Konuyu tekrar ve kısaca cinselliğe getirirsek;

• Kadın doğumdan sonra fiziksel birçok değişim yaşar. Karnında çocuk varken aldığı kilolar sorun olmazken, çocuğun doğumundan sonra veremediği kilolar sorun haline gelmeye baslar. Hamileyken aynaya bakmak sorun değildir. Doğumdan sonra ise çoğu zaman kendini “şişman” bir kadın gibi hissetmeye ve aynaya bakamamaya başlayabilir. Bu noktada ise, eşinin kendini beğenmeyeceğini düşündüğünden, cinsellikten kaçınmaya başlayabilir.

• Bebeğini besleyebilmesi için göğsünden gelen süt aynı zamanda göğüslerinin acımasına, göğüslerinden farklı bir koku gelmesine de neden olur. Birçok kadın bu zamanlarda eslerinin göğüslerine dokunmasını istemeyebilir. Bu arada bazen göğüslerini, bebeklerine aitmiş gibi hissederler. Bazen de bebeğe mikrop bulaşacağından korkarak göğüslerinde sürekli bir hijyen ihtiyacı hissederek eslerinin dokunuşlarını reddetme ya da engelleme ihtiyacı hissedebilirler.

• Bazen kadınlar, anne olduktan sonra “kadınlık ihtiyaçları ve arzuları” hissetmenin suçluluğunu yaşarlar. Geçmişten getirdikleri “anne olunca cinsellik/kadınlık bitmelidir” önyargılarının oluşturduğu suçluluk duygularıyla boğuşabilirler. 

• Kadınlık ve anneliğin nasıl yaşandığı hakkında doğal olarak bilgisi olamayan erkek kendini reddedilmiş, karısını kaybetmiş hissetmeye başlayabilir. Bu arada erkeklerin de karısındaki fiziksel ve duygusal değişime uyum sağlayabilmesi de zaman alabilir.

• Bazı erkekler kendi anneleriyle yaşadıkları duygusal süreçlerin çözümünü önceki yıllarda bulamadılarsa, “anne” olan ve dolayısıyla annelerini çağrıştıran eşleri ile cinsel birliktelik yaşamanın “yasak”, “utanç verici”, “suçluluk yaratan” bir deneyim olduğunu duyumsarlar. Bu noktada eşlerinin cinsel birliktelik taleplerini bazen aşağılarcasına ret yanıtı verirler. Hatta şu sözler duyulabilir: “Sen artık anne oldun!”. Bu durum da kendi içinde “annelik” ve “kadınlık” rollerinin ayrı tutulmasına yönelik ciddi bir çatışmanın varlığını gözönünde bulundurmayı gerektirir.    

Her iki taraf için de çözüm, evlilikten önceki ilişkilerine zor da olsa zaman bulabilmekten, birbirlerine özen ve ilgi göstermekten geçer aslında. Doğumdan hemen sonra (bir-iki ay kadar) bir miktar isteksizlik yaşanabilse de, bunun sonrasında sıkıntılar yavaşça ve çoğunlukla da kendiliğinden ortadan kalkar.

Bu noktada “kadınlık” ve “annelik” rollerinin birbirinden ayrı olmadığının fark edilmesi gereklidir. “Annelik” rolü “kadınlık” şemsiyesi altında yer alan bir roldür.

Genel olarak cinsellikle ilgili ilişkinin kurulduğu andan itibaren yaşanan problemler bireysel ruhsal alanda yaşanan sıkıntıların yansıması olur. Yine de kendi içinde eşlerin ilişkisinin bu problemleri aşmakta yetersiz kaldığını da gösterir. Buna rağmen cinsel ilişki ilişkinin başlarında sağlıklı yaşandığı halde sonradan ortaya çıkan problemlerin çok büyük bir kısmı gündelik yaşamdaki sorunların yatağa yansımasıdır. Yani aslında cinsel sorunlar çoğunlukla cinsel yetersizlikten ya da isteksizlikten değil, karı-koca arasında yaşanan gündelik sıkıntıların yatağa taşınmasından ortaya çıkar.

Dolayısıyla böyle bir problem yaşıyorsanız önce kendinize su soruları sormanızda fayda vardır: “Esime karşı olan duygularımda ne değişti?”, “Eşimden almayı isteyip de alamadığım duygusal destek var mı?”, “Esim ve ben kadın ve erkek olarak ne yaşıyoruz?”

Doğumdan sonra ortaya çıkan cinsel problemlerin bir kısmı karı-kocanın karşılıklı olarak anlaşılmadığını, değer verilmediğini, önemsenmediğini, yalnız bırakıldığını hissetmesi
sonucu oluşan kızgınlık ve kırgınlıklardan ortaya çıkabilmektedir. Kadınların çocukla uğraşmaktan yorgun düşmesi bu durumun yalnızca küçük bir parçasını oluşturur çoğunlukla.

İşin doğrusu cinsellik evliliğin vazgeçilmez ve en önemli öğelerinden biridir. Ayrıca iyi giden bir ilişkide hem kadın hem erkek cinsellikten keyif alır. Cinselliğin sorunlu
gitmesi halinde ise, eslerin birbirlerinden alamadıkları keyfi başka şeylerden veya başka ilişkilerden aramaya çalışmalarına çok rastlarız.

Çocuktan sonra cinsel yaşamın devam edebilmesi, çocuğun sağlıklı ruhsal gelişimi için de önemlidir. Eşiyle iyi ilişkiler kuran, çocuğundan bağımsız mahrem ilişkisi bulunabilen ebeveynler çocuklarına çok önemli şeyler de öğretirler aslında… 
 

  • Babasını seven ve özleyen annesi sayesinde babasının sevilebilir olduğunu öğrenir.

  • Ancak eşini seven ve özleyen bir anne, babasıyla iyi ilişkiler kurabilmesi için çocuğunu yüreklendirebilir. 

  • Kadınla erkeğin birbirini sevebildiğini ve mutlu edebildiğini görür,  karşı cinsten ve ilişkilerden korkmamayı öğrenir.

  • Anne babasının ayrılacağından zaman zaman endişe duysa da (bunu doğal olarak her çocuk hissedebilir), çoğunlukla huzurlu ve güvenli bir ortamda olduğunu hissederek, özel bir hayat kurabilmek, bağımsız olabilmek için kendine alan açabilir. Günü geldiğinde yeni bir yuva kurmak için, yuvasından ayrılmaya cesaret edebilir. Kendine yuva kurarken annesini ya da babasını terk ettiği, yalnız bıraktığı suçluluğunu yaşamak zorunda kalmaz.

SEÇİL ÖZBEKLİK, Uzman Psikolojik Danışman