Anasayfa / Evlilik / EVLİLİK MAKALELERİ / EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ?


  
EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ?

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ?
ya da
KAYBOLAN AŞKI, ÇOCUK GERİ GETİRİR Mİ?
 


Her evlilik ortak yaşamsal krizlerden ve gelişimsel evrelerden geçer. Her evrenin kendine has sorunları ve soruları bulunur. Bu evrelerde sorulan sorular da, yaşanan sorunlar da normaldir; sadece uygun şekilde ele alınmayı bekler. Evliliğin ilk iki senesinde en sık “evlilik aşkı öldürüyor mu?”, “bize neler oldu?” soruları çiftlerin kafasını kurcalar. Evliliği takip eden ilk beş yılda bir başka evre de çocuk sahibi olmaya dair düşüncelerle başlar. “Çocuk sahibi olsam her şey düzelir mi?”, “çocuk olursa evlilik kurtulur mu?” gibi sorular da bu döneme özgü sorulardandır.  

Evliliğin ilk bir-iki yılında kişilerin evlilik öncesine ait alışkanlıklarını ve ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri, değiştirebilmeleri, düzenlemeleri ve bu düzenlemeler üzerinde karşılıklı fikir birliğine varmaları beklenir. Örneğin sosyal yaşantı, aile ve arkadaşlarla ilişkiler, cinsel yaşantı, maddi konular, iş yaşantısı, ev işleri, evin düzeni, rol paylaşımı, işbölümü vs. Bu düzenlemelerin yapıldığı esnada eşler arasında pek çok tartışma, sıkıntı ve soruna rastlanır. Değişim gerektiren bu evrede aşkın bittiğine dair kaygılara sık rastlanır. 

Aslında “delicesine bir AŞK” ile “mutlu ve sağlıklı bir EVLİLİK” birbirinden farklı yaşantılardır. Biri diğerinden daha iyi olmadığı gibi, birbirinin yerine de geçemez. Aşk ve evlilik iki farklı oyundur. Aynı insan aşk ve evliliğin içinde farklı rollere bürünür, farklı senaryoları oynar. Aşk ve evlilik farklı sahnelerde, farklı amaçlarla, farklı beklentilerle oynanır. Aşkı ve evliliği besleyen kaynaklar da farklıdır. Delicesine yaşanan bir AŞK ile sağlıklı ve mutlu bir EVLİLİK kıyaslandığında şöyle bir tablo çıkar karşımıza:  

Aşkın gözü kördür. Aşk, aşık olan kişinin aşık olmayı istemesinden, karşısındaki kişiyi idealleştirmesinden beslenir. Aşık insan, aşık olduğu kişiyi yüceltir. İstediği ve sevdiği özellikleri aşık olduğu insanda gördüğünü “zanneder”. Aşık olduğu kişiye ait olumsuz özellikleri bile olumlu özelliklermiş gibi algılar. Aşığında zaman zaman fark ettiği olumsuz özellikleri, fark etmemiş gibi davranır. Bu fark edilen ancak kabul edilmeyen olumsuz özellikler, evlilikle birlikte evliliğin “asıl” sorunları haline gelebilir. Aşık olan kişinin aşık olmaya devam etmesi için karşıdakinin çok da fazla bir şey yapmasına gerek kalmaz. Aşık olunan kişi, ideal ve mükemmel anne/baba, eş, kadın/erkek, arkadaş, sevgili haline gelir. Aşk, tek kişi tarafından karşılıksız yaşansa da, iki kişilik bir oyundur. Aşık insan aşık olduğu insandan başkasını görmez olur. Aşık olan için aşığının dışındaki her şey ve herkes anlamını, önemini yitirir. Aşık olduğu kişi bundan habersiz olsa bile… Aşk içinde insan “çocuk” hatta “bebek” gibidir. Yaşı kaç olursa olsun aşık insanların bebeksi konuşmalarına, kendini kolayca kaybedebildiğine, geçmişi ve geleceği unutabildiğine, mantığını kullanabilme noktasında oldukça zorlandığına tanık oluruz. Aşık kişi, tıpkı bir bebeğin annesinin yokluğunda hissettiği “onun yokluğunda ben eksik, yarım ve çaresizim” duygularını yaşar. Tıpkı bir bebek gibi mantığıyla değil kendi ihtiyaçları ve duygularıyla hareket eder. Bütün duyguları -üstelik de sadece olumlu duyguları değil- her an hareket halindedir. Bu kadar yoğun duygusallık içinde yetişkin hayatının devam ettirilebilmesi neredeyse imkansız hale gelir. Aşk sorumsuzdur, bencildir, sürekli talep eder, tahammülsüzdür. Aşk bir hayaldir; bir masaldır. Aşk heyecandır. Sürekli bir kaybetme korkusu yaşar aşık kişi. Aşk geçicidir. Kısa sürer ve en nihayetinde biter; sonunda evlilik yaşansa da yaşanmasa da… Aşk spontandır; çoğu zaman kendiliğinden gelişir ve geldiği gibi yaşanır.

Evlilik “karşılıklılık” ilkesine dayanır. Evli çiftlerin her ikisinin de mutlu olması, çaba ve özen göstermesi gerekir. Sadece bir insanın mutlu olması ve sevmesi yeterli değildir.      Sağlıklı evliliklerde çiftler birbirlerinin hem olumlu, hem de olumsuz özelliklerini fark ederler. Eşlerini olumlu ve olumsuz özelliklerine rağmen kabul ederler. Evlilik, iki kişi arasında atılan imzayla başlar. Buna rağmen sadece iki kişi değil, iki yaşam tarzı, iki beklenti ve en az iki aile evlenir. Evlilik içinde bu iki ayrı yaşamdan, bir üçüncü yaşamın üretilebilmesi gerekir. Evlilik yetişkin hayatına aittir. Mutlu bir evlilik yaşayan kişi, her sağlıklı yetişkin gibi gerektiğinde çocuksu olabilir. Bununla birlikte çoğu zaman duygularının yanında mantık ve sağduyusunu kullanabilir; hem kendinin hem de karşısındakinin ihtiyaçlarını düşünebilme becerisine sahiptir. Kendi başınayken de tamdır, bütündür. Varolabilmek, yaşamını devam ettirebilmek için bir başkasına ihtiyaç duymaz. Buna rağmen, sevdiği ve sevildiği kişiyle birlikte olmayı, yaşamı paylaşmayı “tercih eder”. 

Evlilik sorumluluktur, ortaklıktır, paylaşımdır, beklemek ve sabredebilmektir. Evlilik gerçek dünyaya aittir. Gerçek dünyada “mükemmel” olan bir şeye rastlanamayacağı gibi, herkes için “mükemmel” kabul edilecek evliliklere de rastlanmaz. Herkes önce mutlu olmayı bekleyerek, en azından umut ederek evlenir. Buna rağmen her uzun süreli ilişkide olduğu gibi, evliliklerde de problemli ve çatışmalı dönemler olur. Bu dönemler bazen çiftleri mutsuzluğa ve umutsuzluğa sürükleyebilir. Aslında içinde yaşarken çözümsüz gibi algılanabilen bu dönemlerin zamanında fark edilmesi ve uygun şekilde çözülmesi evliliğin güçlenmesine, eşlerin evlilik ilişkisi içinde ve evlilikle birlikte olgunlaşabilmelerine, gelişebilmelerine yardımcı olur.  Evlilik huzur ve güven verir. Yine de bu güven duygusunun “rehavet”e dönüşmesine izin vermemek önemlidir. Evlilik içindeki sevgi kalıcıdır; süreklidir. Sevginin daim kaldığı ortamda, gerektiğinde değişim ve gelişim mümkündür. Evlilik ise planlıdır. Evliliğin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için iki tarafın da özeni, çabası ve emeği gerekir.

Çoğu insan aslında birbirine “çok aşık” olduğu için evlenmez; hatta bir çok insan yetişkinlik yıllarında “aşık” olma deneyimini hiç yaşamamıştır. Bununla birlikte neredeyse her insan evlilik yaşantısı içinde romantik ideallere ve hayallere dayanan aşkı bulmak ister. Üstelik de aşık olmanın sadece mutluluk veren yanlarını evliliğinde sürekli olarak yaşamak isterken, aşkın acı veren yanlarını görmezden gelerek hareket eder.  Halbuki “Aşk sonsuza kadar sürecek” beklentisiyle kurulan evlilikler, “Aşk geçicidir ancak sevgi süreklidir ve emek ister” anlayışına dönüştürülebilirse; özen, içtenlik, paylaşım ve yakınlık evlilik yaşantısı içine yerleştirilebilirse iki insan için sürekli hale getirilen mutluluk ve sevgi yaşanabilir.

Sağlıklı ve mutlu evliliklerin yolu öncelikli olarak, aşk ve evliliğin farklılıklarını, kendilerine has güzelliklerini ayrı ayrı kabul etmekten geçer. Aşık olmak insan hayatında yaşanabilecek ender ve güzel deneyimlerden biridir. Buna rağmen, evlilikle birlikte kaybolduğu düşünülen sürekli bir “aşk” arayışı, evliliğin besleyen, büyüten ve geliştiren yanlarının görülememesine ve yaşanamamasına; birçok evliliğin tükenmesine yol açabilir.

Evliliğin ilk beş yılı içinde bir başka problem alanı da çocuk sahibi olmaya dair düşüncelerle başlar. Evliliklerinin kötüye gittiğinden, sevginin ve aşkın yitirildiğinden korkan bazı çiftler çocukla birlikte evliliğin daha keyifli ve daha mutlu olacağı düşüncesine kapılabilirler. Kötü giden evliliklerini yakın çevresine anlatan pek çok insan da, evliliğin çocukla birlikte iyileşeceği konusunda ikna edilmeye çalışılır. Tam da bu noktada maalesef bazı çiftler evlilikteki sorunları çözebilmesi amacıyla çocuk sahibi olma kararı alırlar. Bu çoğunlukla hem kendileri hem de çocuklarının sağlığı açısından çok yanlış bir karar olur. Bebeğin doğumundan hemen sonra anne, bebeğini tanımak ve ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olmak zorundadır. Bu süreçte yeni anneler bir taraftan yorgun ve bitkin hissederken diğer taraftan eşleri tarafından yeteri kadar desteklenmediğini ve anlaşılmadığını hissedebilirler. Yeni babalar ise eşleri tarafından dışlanmış, eşleri ve çocukları için değersiz ve gereksiz hissedebilirler. Bu dönemde karı-koca arasındaki duygusal mesafe artabilir. Pek çok ülkede yapılan araştırmalar, boşanmalardaki artışın, bebeğin doğumunu takip eden ilk beş yıl içinde gerçekleştiği sonucuna ulaşmaktadırlar.  

Bir bebek evliliği ne kurtarır, ne de kötüleştirir. Çocuktan önce çözülememiş sorunları arttırır ve derinleştirir sadece. Bebeğin doğumundan sonraki ilk günlerden itibaren, yüklediği sorumluluklar ve anne babanın hayatında yol açtığı değişimler göz önüne alındığında, yeni anne babanın hayatı hiç de kolay olmaz. Alışkanlıklarda, arkadaşlık, evlilik, sosyal ve iş ilişkilerinde özellikle kadınlar için fiziksel görünümde değişimler yaşanır. İyisiyle ve kötüsüyle yeni anne baba olan kişilerin hayatı tümüyle değişir. Bu değişime ne kadar hazır olduğu söylense de, bebeğin doğumu her zaman sürprizleri de beraberinde getirir. Bebeğin getirdiği değişimlere ayak uydurmak da zaman alır. Her yeni bebeğin aileye eklenmesi benzer zorlukları yaşatır anne babaya…
 
Anne baba olmanın sayısız güzelliği tabi ki tartışılmaz. Ancak çocukların ihtiyacı olan özen, ilgi, sevgi, şefkat ve sabır için önce evliliklerin doyurucu olması gerekir. Annenin yeterince iyi bir anne, babanın yeterince iyi bir baba olabilmesi için iyi bir evlilik ilişkisi kesinlikle şarttır. Evliliği iyi olan anneler çocuklarına daha fazla sevgi gösterebilir, çocuklarını daha fazla kabul edebilir; mutlu bir evliliği olan babalar ise çocuklarının bakımı ve yetiştirilmesiyle daha fazla ilgilenebilirler. Birbirini destekleyen ve besleyebilen, çocuğun sağlığı ve iyiliği için rekabet etmek yerine işbirliği yapabilen karı-kocanın varlığı çocuğun sağlığı ve evliliğin tatmin edici bir ilişki olarak sürebilmesi için çok önemlidir. Dolayısıyla da, çocuk sahibi olmadan önce, evlilik içindeki sorunların en azından belli oranda çözülebilmiş olması yaşamsal önem taşır. Sağlıklı bir karı-kocalık ilişkisi olan ailelerde çocuk hem annesiyle hem de babasıyla farklı ve özel bir ilişki kurar. Diğer yandan sağlıklı ilişkilerin yaşandığı ailelerde, karı-kocalık ile anne-babalık birbirinden ayrı tutulur. Karı-kocalar, karı-koca oluşlarını çocuklarıyla kurdukları ilişkilerinden ayrı tutabilirler. Bu ailelerde karı-kocalar, anne-babalık işlevlerini ve görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmek için evliliklerini duygusal olarak besler; karı-kocalık ilişkilerini tatminkâr tutmayı sağlamanın, birbirleriyle özel ve yakın bir ilişki kurabilmelerinin yollarını bulurlar. Mutlu çiftler, çocuklarının sağlıklı ruhsal gelişimi için bir anneye olduğu kadar bir babaya ve iyi bir karı-koca ilişkisini görmeye de ihtiyaçları olduğunu fark edebilirler. 

Sonuç olarak, sağlıklı ve mutlu bir evlilik için aşk arayışı ve çocuktan önce eşlerin yapması gerekenler vardır.  Evliliğin mutlu yaşamlara dönüştürülebilmesi için eşlerin:

1. Karşılıklı güven, özen, emek, içtenlik ve yakınlık yaşayabilmeleri,
2. Gerektiğinde çocuk yanlarını unutmadan yetişkin kalmayı başarabilmeleri, 
3. Evlilikte yaşanan problemlerde kendi etkilerini bulmak, anlamak ve çözmek için çaba göstermeye hazır olmaları; yani olumsuz giden şeylerden karşısındakini sorumlu tutarak ve çözüm için karşı tarafın “bir şey” yapmasını bekleyerek vakit kaybetmemeleri,
4. Geçmişten getirdikleri ve çözemedikleri kendilerine ait sorunlarını çözmeye istekli olmaları,
5. Evliliklerde yaşanan sorunları kendilerine yapılmış haksızlık, hakaret, aşağılama, saygısızlık, sevgisizlik vs. gibi algılamak yerine karşılıklı ilişkiyle ve ilişki içinde çözülmeyi bekleyen durumlar olarak kabul edebilmeleri,
6. Evliliğin sadece eksiklerini görmek yerine, evliliğin geliştiren ve olgunlaştıran olumlu özelliklerini de görebilmeleri,
7. İlişkiden ve eşlerinden beklentilerini net bir şekilde anlatabilmeleri; gerçekçi olmayan beklentilerini gerektiğinde yaşam şartlarına ve değişimlere uygun olarak yeniden düzenleyebilmeleri,
8. Problemleri “yokmuş” gibi yaşamayı seçmek yerine zamanında fark edip anlamaya ve çözmeye çalışmaları; bir başka değişle emek harcamaları,
9. Sorunlarını ilişki içinde çözemediklerini fark ettiklerinde ise bir uzmandan yardım alabilme ve en mahrem olanları konuşabilme cesaretini gösterebilmeleri gereklidir.

SEÇİL ÖZBEKLİK
Uzman Psikolojik Danışman

*Bu makale  Bebeğim ve Biz Dergisi, Sayı: 23, Kasım 2007’de yayınlanmıştır.